Sunay Akın Türkiye’nin en kıymetli değerlerinden biri; söz gösterileriyle, kitaplarıyla, İstanbul Oyuncak Müzesi‘yle ve öncülüğünü yaptığı pek çok işle önce bizim tanıyıp önemini anlayıp kıymetini bilmemiz, sonra da yeni nesillere aktarmamız gereken isimlerinden. Öncelikle bunu akılda tutmakta fayda var. Ve seyir keyfi hakikaten çok yüksek. Bundan seneler önce, yeniyetme bir üniversite hazırlık öğrencisiyken, okulumun meşhur KKM[i]’sine gelmişti ve ben de o günlerde kendisini hiç tanımasam da meraktan katılmıştım gösterisine. Sahnede onu izlediğimde, kelimenin tam anlamıyla büyülenmiştim! [ii] Tek kelimeyle muhteşemdi! Anlattıkları, hikayeleri birbirine bağlayışı, hitabeti… İnanılmazdı! İşte bu kitabı o gün almıştım ve heyecanla sıraya girip beklemiş, imzalatırken kısacık da olsa tanışmış, konuşmuştum kendisiyle. İnsanlık için küçük ve fakat benim için önemli anlardı. Bugünden bakınca hele, “iyi ki,” dediğim günlerden… 

Nisan 2008, ODTÜ KKM

Nedense o dönem okumamıştım kitabı. Araya başka öncelikler girmiş belli ki. Geçtiğimiz Aralık’ta Oyuncak Müzesi’ni ziyaret edip de tam girişinde Tuncay Terzihanesi’ne ait bir vitrini, içinde oraya ait gerçek objeler ve kitapla beraber gördüğüm anda karar verdim okumaya. Ve döner dönmez de başladım büyük bir heves ve motivasyonla okumaya… Ama… Ah işte ama… :))

Sunay Akın’ı sahnede izlemekle kitabını okumak bir olmuyor a dostlar!

Öncelikle bu kitabın da diğer Sunay Akın kitapları gibi birbirinden bağımsız ama bir yerinden birbirine tutturulmuş deneme yazılarından oluşan bir kitap olduğunu söylememde fayda var. Çünkü adına, kapağına ve arka kapak yazısına bakınca, yazarın babasına ait olduğunu anladığımız Tuncay Terzihanesi’ni anlatan, en azından orayla ilgili denemelerden oluşan, belki biraz da otobiyografik unsurlar içeren bir kitap gibi geliyor insana. En azından bana öyle oldu. Ama henüz 2. bölümde durumun pek de öyle olmadığını anlaşılıyor.

Kitaptaki yöntem de içerik de aslında tıpkı sahnedeki gibi; ilk bakışta birbirinden bağımsız görünen tarihi, toplumsal, güncel olay ve hikayeleri kendi üslubuyla birbirine bağlıyor, tıpkı bir noktada birbirlerine bağlanan ve fakat içerde ayrı dünyalara sahip vagonların bir araya gelip uzun ve sürekli hareket eden bir treni oluşturması gibi bir kitap çıkıyor ortaya. Tuncay Terzihanesi’nin hikayesi de bu kitabın lokomotifi olmuş işte.

Sahnede izlerken bu yöntem çok keyifli, çok dinamik ve eğlenceli. Ancak kitabı okurken aynı keyfi alamadığımı itiraf etmeliyim. Çünkü bir süre sonra çok dikkatim dağıldı okurken ve fark ettim ki bir oturduğumda kitabın başına en fazla 3-4 bölüm okuyabiliyorum ki bu da maksimum 15-20 sayfa ediyor. Daha fazla okuyamıyorum çünkü konuların dağınıklığı ambale ediyor beni. Belki, bir ucundan birbirlerine bağlama çabası olmasa, bu kadar yorulmayacağım. Ama her bölümde bir önceki bölüme bağlantı noktasına dikkat etmek, anlamaya çalışmak itiraf etmeliyim ki beni çok yordu.[iii] Gel gelelim, Sunay Akın’ın alamet-i farikası da tam olarak bu, yapacak bir şey yok 🙂

Yani demem o ki, yine olsa yine okurum. Çünkü bölüm içerikleri çok keyifli, bilgilendirici. Çok şaşırdığım, öğrendiğime, okuduğuma çok mutlu olduğum şeyler oldu kitap boyu ve bu durumun diğer kitaplarında da başıma geleceğine eminim. Neden kendimi mahrum edeyim bundan, değil mi ama? 🙂 Sadece artık şunu biliyorum, kitabı alıp, bir solukta okuyup bitirme beklentisinde olmamak, zamana yayarak, her güne 2-3 bölüm şeklinde okuyarak ilerlemek gerek Sunay Akın kitaplarında. Ben de bundan sonrakilerde işte böyle yapacağım.


[i] ODTU Kültür Kongre Merkezi

[ii] Benzer bir duyguyu seneler sonra İstanbul’da VW Arena’da gerçekleşen TEDx konuşmalarında, bu kez bir ODTÜ’lüyü, Selçuk Şirin hocayı dinlediğimde yaşayacaktım, eklemeden edemedim.

[iii] Yine aynı sebeple, geçen sene Storytel’de de bir kitabını yarım bırakmıştım çünkü çok kısa sürede kitabı takip edemez olmuştum.


Tuncay Terzihanesi, arka kapak
2 Nisan 2008, Sunay Akın sahnede, ODTÜ KKM
İmza sırasında kısacık sohbetimiz esnasında 🙂

Yorum bırakın