“Herkesi olduğu gibi kabul etti. Kendisine yönelik sert bir söz, bir tavır ondan asla karşılık bulmadı. Ben bazen isyan etsem, ‘Eğer birinden hoşlanmıyorsan ondan uzak dur, düzeltmeye çalışma, daha çok üzülürsün’ der, beni sakinleştirmeye çalışırdı.” … “Sette olup biten hiçbir şeyi evde anlatmazdı. Bu, benim ona olan saygımı ve güvenimi artırıyordu. Anneannesi onun için ‘ağzı yumuk, karnı tuluk’ derdi.”

Sayfa 45

Nezaketli, saygı ve onur kavramlarını bizzat yaşayarak benliğinde taşıyan, anlayışlı ve sevgi dolu bir baba ve eşin hikayesi bu… Hemen hepimizin mutlaka yüzünü, canlandırdığı karakterleri bildiğimiz Kemal Sunal’ın hikayesi.

Son yıllarda böyle insanların varlığına ve hikayelerine ne kadar muhtaç kalmışız… Okurken bunu düşündüm. Neyse ki, muhtaç olduğumuz o güzel insan hikayeleri hala kitaplarda olsun var. Ve evet, Kemal Sunal bence onlardan biri.

Kitabı, Kemal Sunal’ın eşi Gül Sunal hanımefendi yazmış. Beyefendiyi, beraber yaşadıkları hayatı, çocuklarını, beyefendinin vefatını ve sonrasını kendine has üslubuyla anlatıyor. İlk başta biraz karışık geliyor; zira kitap bir kronolojik sıra takip etmiyor veya konuya göre bölümlere ayrılmamış. Bir vefat gününü okuyoruz, bir doğum gününü; bir bakıyoruz 90’lardayız, bir bakıyoruz 70’lerde… Bir süre anlayamadım, ama bırakmadım da okumayı, devam ettim merakla. Ve bir süre sonra sonra alıştım kitabın şahsına münhasır düzenine. Sonlara doğru, kitabın 149. Sayfasında, kitabın neye göre yazıldığını da anladım: Gül hanımın kafasına göre :))

“Beni iyi tanıyanlar, ‘Konu değiştirirken haber ver’ diyorlar… Çocuklar da, ‘Anne, konu nereden buraya geldi?’ diye sormaktan bıktılar… Ali, ‘Annem anlatırken dinle, araya girme, bittikten sonra -tabii biterse- kendi imkanlarınla sıralamaya, anlamaya çalış’ diye rehberlik yapıyordu beni az tanıyanlara…”

Tıpkı konuşurken konu değiştirişi gibi, kitabı da o düzene göre yazmış Gül hanım. Kitabı bırakmadan ve araya zaman sokmadan okuduğunuzda bir süre sonra üsluptaki o karışık ritmi yakalayabiliyorsunuz, o kaosun içinde tuhaf da olsa bir düzen var. En azından bende öyle oldu. Mesela kitabın sonuna eklenen fotoğraflara bir kitabı okumadan önce bakın, bir de sonra, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız: okumadan baktığınızda çok karmaşık ve hatta anlamsız gibi geliyor fotoğraf düzeni ama okuduktan sonra anlam kazanıyor. Fotoğrafların sıralaması metin ile paralel yapılmış. [i] Ama keşke fotoğraflar sona değil, Metin Akpınar’ın kitabında[ii] olduğu gibi kitaba ilgili yerlerde serpiştirilmiş olsaymış. Diğer baskılarında bu yapılmış mı? Bilmiyorum.

Kitabın genelinde beni en çok etkileyen şey, Kemal Sunal’ın babalığı oldu. Ne kadar yoğun olursa olsun, nerede olursa olsun çocuklarına hep zaman ayırmış, hep ilgilenmiş ve bizzat ilişkide kalmış. Aile toplantıları, ailece birlikte geçirilen zamanlar onun için hep çok önemli olmuş ve bu vakitlerden samimi keyif almış. Buradan bakınca da vefatından sonra çocuklarının üzüntüsü, aylar, yıllar boyu kendilerine gelemeyişleri, misal Ali Sunal’ın uzun süre kaçıp kaçıp babasının mezarına gidişi, saatlerini orada geçirişi, kaybolduğu zamanlarda orada mezara sarılmış şekilde bulunuşu… Öyle anlaşılır ki. Vefatında dolu dolu var olan bir babayı kim kaybetse yokluğunda oluşacak boşluğu dolduramaz herhalde…

“Çocukların her şeyiyle yakından ilgiliydi. Hoşuna gitmeyen bir durumda kızmaz, nasihat etmeyi sevmezdi. Bakışlarıyla hoşnutsuzluğunu belli eder, bu bakışlar her türlü uyarıdan daha etkili olurdu. Hiçbir şeylerini atlamadan onları takip eder, bunu çocuklara fark ettirirdi. Çalıştığı zaman bile günde en az bir defa konuşur, akşam yemeklerinde evde olmaya özen gösterir, pazar kahvaltıları için uyuyorsa da uyandırılmayı isterdi.


Yazlarımızı Tuzla’da geçirirdik ve o, yaz boyunca Ali’yi arkadaşlarının olduğu siteye sabah götürüp, akşam veya bazen gece geç vakit gidip alırdı. Ezo’nun tenis dersleri seyretmek için erken saatte kalkar, yürüyerek kulübe giderdi, birlikte tost yemeye bayılırlardı. Ne olursa olsun çocuklarına zaman ayırıyordu. Şimdiki hayatımıza da yansıdı bütün bu derin ilgi ve sevgi… Birbirimize bağlılığımız o günlerin eseri… Onun eseri… Aile kavramını bize dolu dolu yaşattığı için minnettarım ona.” 

sayfa 47-48

Hem yalnızca çocuklarına babalığı değil, eşiyle ilişkisi de bambaşkaymış. Bunu kitap boyu her satırda hissediyorsunuz. Kemal Sunal, her yönüyle gerçek bir aile adamıymış.

Kitapta, bizim televizyonlardan tanıdığımız pek çok ünlü isimle anıları, kimi zaman komik, kimi zaman hüzünlü hikayeleri, vefatından sonra yaşanan tatsızlıklar… Pek çok detaya yer verilmiş. Bunların yanında bir de aslen Afyon/Sandıklılı olan Gül hanım, oraya has bazı gelenek ve görenekleri, kimi zaman yöresel ağzı da katarak anlatmış. Beyefendi de teker teker anlattırırmış kendisine. Anadolu’ya, kültüre dair şeylere her daim ilgi duyan biri olduğum için kitaptaki bu detaylar da çok ilgimi çekti benim.

Elbette Kemal Sunal, bu kitapta yazılanlardan ibaret değildir, daha fazlasıdır. Kendisiyle ilgili böyle bir kaynağın olması bence çok kıymetli. Keşke Kemal Sunal gibi Türkiye’nin toplumsal hafızasına ait isimleri bizlere bu şekilde daha yakından tanıtan daha fazla kitap olsa. Ben, keyifle okudum. Kemal Sunal ve ailesinin, bizzat eşi tarafından yazılmış bu hikayesi bana çok iyi geldi. Buraya da yazmasam olmazdı.


[i] Doğan Kitap, Kasım 2014 baskısı

[ii] Metin Akpınar: Sahneye Adanmış Bir Ömür, Zeynep Miraç, Mundi Yayınları, 2022

“Galiba mutluluğun sırrı buydu! Orijinalini bozmamak… Yeniliklere açık olup, anadan, babadan gördüğünü uygulamak… Biz aslımızı koruduğumuz için mutlu yaşadık diye düşünüyorum… 


Ne o Malatya kültüründen vazgeçti, ne ben Afyonlu olmaktan… Bunu bilinçli yapmadık tabii. Sadece bize uymayan şeylere özenmedik. İkimiz de aile yaşamını sevdiğimiz için orta bir yerde buluşabildik… Hayatı kolaylaştırdık birbirimize… 


Ona minnettarım… Şöhretli olmayı dışarıda yaşayıp, evde bizlere yansıtmadığı için… İlk gün tanıdığım tiyatro oyuncusu Kemal neyse sinema starı Kemal Sunal da aynı adamdı… Para ve şöhreti iyi taşıyabildi…”

sayfa 188

Yorum bırakın