Küçük bir sırt çantasıyla bir başka ülkeye haftasonu için bile seyahat planı yapabildiğimiz günlerdeyiz. Gelişen teknoloji, ulaşım araçları, artan çalışma saatleri ve bitmeyen sorumluluklar aslında bizi farkında olmadan haftasonlarına hapsediyor, sıkıştırıyor. Koca bir şehri gezebilmek ve anlayabilmek için bir haftasonu ne kadar yeterli olabilir ki?

Teknoloji ve ulaşım araçlarının bu kadar gelişmiş ve yaygın olmadığı dönemlerde insanlar daha az seyahat edebiliyor fakat seyahat imkanı olan şanslı azınlık daha uzun ve detaylı seyahatler gerçekleştirebiliyordu. Bu durum, bana göre, bu seyahatleri ve bu seyahatler boyunca tutulan günlük ve notları daha kıymetli hale getiriyor. Bugünün şartlarında planladığımız bir seyahat, bırakın bölgeyi ve ülkeyi, plan dahilinde olan şehirleri dahi hakkıyla gezmeye yetmiyor. Hele hele böyle uzun notlar tutmaya, detaylar kaydetmeye asla izin vermiyor. Bu da seyahatlerimizden geriye çok az şeyin kalmasına sebep oluyor. … çünkü hakiki bir iç varlığı olmayan şeyin hayatı da olmuyor ve büyük olamıyor, büyüyemiyor.”

Bundan yıllar önce, Alman edebiyatçı Goethe, Eylül 1786 yılında çıktığı İtalya seyahatinden Haziran 1789’da ülkesine döndüğünde, elinde onlarca sayfa not, gönderilmiş mektuplar, resimler, İtalya’nın farklı bölgelerinden toplanmış birbirinden çeşitli taşlar ve daha muhtemeldir bilmediğimiz pek çok şey vardı. Bize ulaşansa, Gürsel Aytaç’ın çevirisiyle İletişim Yayınları tarafından ilk baskısı 2014’te yapılmış olan kitabı İtalya Seyahati 

18. yüzyılda Protestan bir Alman’ın, eğer sanatçı veya arkeolog değilse, Katolik İtalya’ya gitmesi anormal bir durumdu. Bu durumun istisnalarından biri öncelikle Goethe’nin babası olmuş, hukuk eğitiminin ardından İtalya’da bulunmuş ve bu durumun tadını çıkarmıştı. Napoli’de yazdığı notlarında babası için şöyle diyordu Goethe: Napoli’de çıldıranların hepsini affediyorum ve babamı duygulanarak hatırlıyorum: O, benim bugün ilk olarak gördüğüm şeylerin silinmeyen etkisini hiç unutmamıştı. Derler ki hortlak görmüş bir insan artık neşelenemez. Bunun tersini de babam için söylemek mümkün: Babam sık sık Napoli’ye gitmeyi düşündüğü için asla tam mutsuz olamadı.” İtalya seyahati hatıralarıyla dolu bir evde büyüyen Goethe için İtalya bir ideal, bir hedefti ve bu hedefe doğru yürümeye karar verdiği gün bundan kimseye söz etmedi. Gerekli izinleri aldıktan sonra tek başına sessizce yola koyuldu ve seyahati boyunca da kimliğini herkesten gizledi. Kimliğini saklayarak arzuladığı şey, seyahatini sıradan bir seyyah gibi yaparken sanatçılar ve halkla iç içe olmak ve bir süre kendi kendisinin efendisi olmaktı. 

Venedik

İtalya’ya kuzeyden giren Goethe, Bolzano, Verona ve Padova üzerinden Venedik’e geçti. Venedik’e ulaştığında Tanrı’ya şükür, artık Venedik benim için anlamsız sözlerin can düşmanı, beni ürküten herhangi bir kelime, boş bir isim değil. […] Almanya’ya göndereceğim paketim tamamlanıncaya, bu şehrin manzarasına doyuncaya kadar da burada kalacağım. Sık sık özlemini çekip inlediğim yalnızlığın şimdi tadını çıkarabilirim.” diye yazmıştı. Venedik’in dar sokakları ve kanalları, şehirleşmesi ve insanların buradaki denizle koyun koyuna yaşam şekli onu çok etkilemiş ve şaşkınlık uyandırmıştı. Venedikliler için şöyle yazıyordu: “Bu soy, şaka olsun diye bu adalara kaçmamış, arkadan gelenleri onlarla birleştiren şey, irade değildi. Gereklilik, onlara, güvenliklerini kazançsız durumda aramayı öğretmiş, onları kurnaz yapmış, sonuçta çoğalmış ve zengin olmuşlar. Şimdi evler dip dibe sokulmuş, kum ve çamur yerini kayalara bırakmış, evler, açmamış ağaçlar gibi havayı arıyorlar, azalan genişliklerini yükseklikle telafi etmeye çalışıyorlar. Toprağın her karışını hırsla kullanarak daha başından, dar mekanlara sıkışıp sokaklara gerekli genişliği ve vatandaşa gerekli geçitler bırakmadılar. Ayrıca su, onlar için cadde, meydan ve gezintinin yerini aldı. Venedikli, yeni bir tür yaratık olmak zorundaydı, Venedik’in de ancak kendisiyle kıyaslanabildiği gibi.”

Venedik’ten sonra Bologna, Floransa, Roma ve Napoli’ye ulaşan Geothe’nin son durağı Sicilya oldu. Yaklaşık 10 ay süren seyahati boyunca pek çok şehirden geçti, kiminde daha uzun, kiminde daha kısa kaldı fakat geçtiği hemen her şehrin iklimi, bitki örtüsü, taş ve kaya çeşitliliği, sanatsal değerleri, mimarisi, şehirleşme ve halk hakkında gözlemlerini ve yorumlarını not aldı. Yine de Bologna’ya ulaştığında şöyle yazacaktı: “Günümü elden geldiğince iyi değerlendirmeye çalışmak, görmek, tekrar görmek istedim. Ama sanat da hayat gibi: İçine girdikçe genişliyor.” Aktarımlarında eksikleri olduğu muhakkak, ancak bugünden baktığımızda elimizde o günlere ve Alman dilinin üstadı Goethe’ye dair kalan bu eser, kuşkusuz eşsizliğini ve kıymetini korumaya devam edecektir. 

Yalnızca bitki örtüsü, iklim ve coğrafi özellikleri değil, insanlar ve şehirlerle ilgili gözlemlerini de bir bütün olarak bizlere sunan Goethe, Verona’da karşılaştıklarıyla ilgili şöyle diyordu:“Bizim için o kadar göze çarpan pislik ve evlerin kullanışsızlığı da şundan ileri geliyor: İnsanlar hep dışarıdalar ve o kayıtsız halleriyle hiçbir şeyi düşünmüyorlar. Halk için her şey doğru ve iyi, orta sınıf adam günlük yaşıyor, zengin ve asil de yine Kuzey’deki kadar rahat olmayan evine kapanıyor. Toplantılarını halka açık toplantı salonlarında yapıyorlar. Avlular ve kemer altları hep çöp içinde ve bu çok doğal karşılanıyor. Halk kendini hep haklı hissediyor. Zengin, zengin olabilir, saraylar yapabilir, asiller egemen olabilir, ama biri bir avlu ya da kemer altı yaparsa, o zaman halk bundan yararlanabiliyor ve zengin, edindiklerinden kurtulmaktan başka çare bulamıyor. Buna dayamayan çıkarsa, o zaman efendi rolünü bırakmak zorunda oluyor, yani sanki malikanesinin bir kısmı halka aitmiş gibi davranmıyor, kapılarını kapıyor, böylesi de iyi. Halka açık binalarda, halk hakkını kaptırmıyor ve bir yabancının bütün İtalya’da şikayet ettiği de bu.”

Gözlem ve deneyimlerini kuzey ülkeleriyle de karşılaştırmayı ihmal etmeyen Goethe, İtalya’da bugün bile hâlâ kendini hissettiren teknoloji konusundaki eksiklikleri şöyle yorumluyor: “Doğanın son derece ödüllendirdiği İtalya, mekanik ve teknik her şeyde bütün ülkelerin çok çok gerisinde; daha rahat ve daha ferah hayat tarzı da bunlara dayanıyor. Hâlâ Sedia, koltuk dedikleri bu iki tekerlekli araba, şüphesiz eski tahtırevanlardan gelmiş, bunlarda kadınlar, yaşlı ve soylu insanlar kendilerini yük hayvanlarıyla taşıtırlardı. Arkada makasın yanına koştukları katırın yerine şimdi iki teker konmuş, daha başka iyileştirme düşünülmemiş. Asırlardan beri hâlâ sallana sallana taşınıyorlar ve evlerinde, bütün her şeylerinde de böyleler.” Öte yandan Goethe Napolililerin kendilerini cennetin sahibi olarak gördüklerini ve kuzey ülkelerine acıyarak bakarak şöyle dediklerini not ediyor: “Sempre neve, ca se di legno, gran ignoranza, mad anari assi” yani; “Hep kar, ahşap evler, büyük cahillik, ama yeterince para.”

Toskana

İtalya’da ve özellikle de Napoli’de avareliğin yaygın olduğu, insanların sokaklarda boş boş dolandığına dair düşüncelerle ilgili ise Goethe’nin yorum ve gözlemleri şöyledir: “Doğrudur, insan adım başı üstü başı kötü, hatta yırtık pırtık kimselere rastlıyor, ama buna karşılık ne tembel ne de yankesicisi var! Hatta neredeyse şöyle bir çelişki ortaya koymak istiyorum: Napoli’de görece olarak belki en çok endüstri, çok alt sınıfta bulunabilir. Doğal olarak bunu kuzey endüstrisiyle karşılaştıramayız, kuzeyinki yalnız gün ve saati değil, iyi ve güzel günde kötü ve karanlık günü de, yazın kışı da düşünmek zorundadır. Kuzey insanı doğa tarafından tedbire, düzenlemeye zorlandığı içindir ki ev kadını mutfağını yıl boyu geçindirmek için tuzlamak ve tütsülemek zorundadır, erkek ise yedek meyveyi, hayvanları için yemi vs. ihmal edemez ve bu sayede en güzel günler ve saatler zevkten çekilip işe ayrılır. Açık havadan aylarca uzaklaşılıp evlerde fırtına, yağmur ve soğuktan korunulur, iklimler aralıksız birbirini kovalar ve yok olmak istemeyen her insanın evcimen olması gerekir. Çünkü burada mesele, onun vazgeçmek istememesi değildir, çünkü vazgeçemez, doğa onu uğraşmaya, hazırlanmaya zorlar. Şüphesiz, binlerce yıldır aynı kalan bu doğa etkileri, bir açıdan şerefli kuzey miletlerinin karakterini belirlemiştir. Buna karşılık gökyüzünün böyle ılımlı davrandığı güney halklarını biz, kendi açımızdan fazla sert yargılıyoruz. […] Yoksul, bize zavallı görünen biriü oradaki bölgelerde çok gerekli ve ilk ihtiyaçlarını yalnız tatmin etmekle kalmaz, dünyanın tadını en iyi şekilde çıkarır; aynı şekilde Napolili bir dilenci Norveç’te bir kral naibinin yerine kolayca burun kıvırıp Rus imparatoriçesi Sibirya elçiliğini vermek istese bu şerefi geri çevirebilir.”

Seyahatler de kitaplar gibi, insanların ufkunu genişletir ve empati yeteneğini artırır. Ne kadar uzun ve içerikli, ne kadar çeşitli ve aktif seyahat ederseniz, hissettiğiniz değişim de o kadar zengin olur. Nitekim Goethe, Roma’da geçirdiği günlerde şöyle yazar: Genel olarak düşünen bir insana yeni bir ülkeyi gözlemleme imkanı sunan yeni bir hayatla hiçbir şey mukayese edilemez. Yine aynı insan olmama rağmen diyorum ki iliklerime kadar değiştim ben. ” Sanıyorum biz de seyahat etmeyi öncelik olarak belirlemekle yetinmemeli, girdiğimiz zahmetin hasadını maksimuma çıkarabilmek adına nitelikli seyahat edebilmenin formüllerini üretmeliyiz. 


Mart 2018, Toskana

Yorum bırakın